'Tanrının Sopası Türkler'i vasıflı nesil için yazdım'
Gebze Belediye eski Başkan Yardımcısı Enver Er'in 2000'de ABD'ye göç eden akademisyen oğlu Server Koray Er, ikinci kitabı Tanrı'nın Sopası Türkler'de Luther dönemi ve öncesi Hristiyan dünyasında Türk ve İslam algısını kaleme aldı. Er ikinci eserini, Türkiye'de vasıflı nesillerin yetişmesi amacıyla yazdığını söyledi
“Türkler tarih sahnesine çıktıkları andan itibaren deyim yerindeyse Orta Asya bozkırlarından Avrupa içlerine doğru seyreden yolculukları boyunca dört kıtada at koşturmuş, dünyanın hem demografik hem kültürel yapısını derinden etkileyecek faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Türkler, Müslüman oldukları andan itibaren İslam’ın sancaktarlığı görevine soyunmuşlar, başta Haçlı seferleri olmak üzere müstevlilerin karşısına dikilen temel güç olmuşlardır. Tarihin seyrini ve Doğu’dan Batı’ya yaptıkları yolculukla adeta dünyanın kaderini değiştiren Türkler’in karşılarında Hristiyan Batı’yı bulması kaçınılmazdı. Hristiyanlığın dünyası, bu yeni ve kudretli düşmanı adeta bir heyula gibi karşılamış ve kilise tarihinin hemen her sayfasını bu tam da anlayamadığı düşmana karşı korku, hakaret ve iftira dolu satırlarla doldurmuştur.
Öyle ki dolaylı ya da dolaysız olarak hatta muhtevası Türkiye’de çok da alakalı olmayan metinlerde dahi bir şekilde Türkler hakkında cümle ve görüşlerin serdedildiği metinlerle karşılaşmak şaşırtıcı değildir.
Bu görüşlerin ekserisinin Türkler ve dinleri hakkında olumsuz ifadeler içermesi, birçoğunun hakaret ve iftiralarla dolu olması, Hristiyan âleminin Türk ve İslam algısını göstermesi açısından önemlidir.
Şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki Batı Hristiyanlık düşüncesi, korkuyla karışık acziyet ve kıskançlıktan kaynaklanan Türk nefreti ve düşmanlığı üzerine kurulmuştur. Bu kitap Batı – Hristiyan dünyasında oluşan Türk İslam algısını incelemekle beraber, bu algının tarihsel gelişimini ve arkasında bulunan etkenleri analiz etmektedir. Hristiyan âlemindeki Türk ve İslam düşmanlığı nereden kaynaklanmaktadır? Sebepleri nelerdir? Hangi dini, toplumsal, siyasi ve ekonomik etkenler bu düşünceyi doğurmuştur? Elinizdeki kitap bu soruların cevaplarını aramak için yazılmıştır.”
Satış noktaları
www.korayer.com/index.php/satis-noktalari
5 yıl aradan sonra ikinci kitap
Alman kesiş, teolog, üniversite profesörü, Protestanlığın babası ve Luterciliği yayan kişi Martin Luther (1483 – 1546) dönemi ve öncesi Hıristiyan dünyasında Türk ve İslam algısını sorgulayan, akademisyen S.Koray Er’e ait “Tanrı’nın Sopası Türkler” adlı kitap bu yılın nisan ayında yayına hazırlandı. Geçen yıl aralık ayı içinde Historia Yayıncılık tarafından yayınlandı. Yazarın ilk kitabı Kayıp İsa, 2013 yılının temmuz ayında yayınlanmıştı.
ABD’de gurbetçi bir kültür milliyetçisi
47 yaşındaki Server Koray Er, Gebze Belediyesi eski Enver Er (1994 – 1999) ABD’de akademisyenlik yapan gurbetçi oldu. Oğlunun böyle bir kitap kazandırmasından ötürü çok mutlu, gururlu. Kocaeli Zirve’ye eposta yazışması ile yazılı konuşan Server Koray Er kendisini bir kültür milliyetçisi olarak tanımlıyor. Milliyetçi duruşunun siyasetle ilişkisi olmadığını kaydeden Er, er veya geç yurda kesin dönüş yapacağını belirtti. Tanrı’nın Sopası Türkler’i ülkemizde vasıflı bir neslin yetişmesi gerektiğine olan inançla kaleme aldığını söyledi. Yani gerekçelerinden biri belki de en önemlisi bu. Geri dönüş yaptığında da aynı doğrultuda çalışacak. Server Koray Er sorularımız üzerine verdiği yazılı yanıtlarda şunları kaydetti:
Net 170 sayfalık kitapta 300’e yakın kaynağa başvurmuşsunuz. Bir araştırmacı yazar olarak bu çalışma ne kadar sürenizi aldı. “
Elinizdeki kitap uzun, uykusuz ve bir o kadar da tatlı gecelerdeki çalışmanın ürünüdür
” mesajınızda bir ipucu var ama kitap kaç aylık/yıllık bir çalışma ürünüdür?
Tanrının Sopası Türkler, üç senelik çalışmalarımın ürünü. Kitabı 500 – 600 sayfa yazmayı düşünüyordum ancak Türk okuyucusunun ‘tembel!’ olduğu, okumayacağı düşüncesi ile kısa ve öz olarak yazmaya karar verdim. Bir diğer sebebim, çok teolojik detaylara girmek istememem. O detaylara girdiğimde hem okuyucu kitap ile bağlantı sağlayamaz hem de alt yapısı olmadığından sıkıcı gelebilir. Özel ve sınırlı bir akademik kesime hitap etmek yerine hem akademik hem de popüler okuyucuya hitap etmenin uygun olacağını düşündüm.
Kitabınızın neye hizmet etmesini hedefliyorsunuz?
Kitap kaynak ve derinlik acısından kesinlikle akademik olmakla birlikte asil muhatabım akademik çevreler değildir. Gayem Türk okurunun düşünce derinliğini yükseltmesinde bir katkı sağlamaktır. Vasıflı nesil yetiştirmek Türk Milleti’nin geleceğini şekillendirecektir. Bu hususta bir katkım olabilirse sevinirim.
Kayıp İsa’nın ardından ikinci eseriniz Tanrının Sopası: Türkler oldu. İki kitap arasında bir ilişki kuramadım. Şayet varsa görmediğim bir detayı, paylaşır mısınız?
İlk kitabım, ‘Kayıp İsa’ aslında bir mecburiyetten ve ihtiyaçtan dolayı yazılmıştır. Ülkemizde yoğun faaliyetleri olan misyonerlere cevabi niteliktedir. İkinci kitap ile birinci kitap arasında direkt bir bağlantı yoktur. Kilise tarihçisi olmam hasebi ile değişik konularda araştırmalarım var. 16’ncı yüzyılda protestanlık ve Luther üzerinde uzmanlaştığım saha.
Sırada yeni kitap çalışmalarınız olacak mı?
“Avrupa’da kadının yeri ve büyücülük faaliyetlerİ”, “Hristiyanlıkta (Kitab-ı Mukaddes) kölelik”, “ABD’de kurulan ilk şeriat devleri: Purutanlar”, “Amerika’nın dini tarihi: Tarikatlar ve cemaatler”, “Hristiyanlığın ilk 600 yılı”, “Üç dinde Tanrı kavramı” konularında yazılı çalışmalarım var. İleride kitaplaştırmayı düşünüyorum.
Tanrının Sopası: Türkler’de gerek isim gerek konu seçiminde bu tercihte bulunmanızın nedenleri nedir?
İkinci kitabımın isminin “Tanrı’nın sopası” olması, Luther’in 16’ncı yüzyılda Türkler için kullandığı ifade olmasından ötürüdür. Hastalığı iyi teşhis ederek Batı’da Türk ve İslam düşmanlığının bir anda oluşup geçici olmadığını, kalıcı kökleri olduğunu Türk okuyucusuna göstermek istedim.
Genel bir tabire göre ezeli dostluk veya düşmanlık söz konusu değil. Sizce bu din temelli karşıtlığın bir gün sonu gelir mi ya da emperyalizmin dünyanın her yerinde bu tür zeminlerden beslendiğini düşünecek olursak, mümkünü yok mu?
Yüzyıllar süren bir olgu bir iki sende değişmez, hele siyasi hamleler ile hiç değişmez. Olgu, sosyolojik ve dinidir. Benzer düşünceler bizim toplumumuzda başka ideoloji ve milletler için de vardır ve uzun sure sonunda topluma yerleşmiştir.
Aslında akademik çevrelerde var olan bir tabir: ‘Clash of civilization’ yani aktörler değişmeden biraz zor. Zira hafıza değimiz olguyu yöneten aktörler istedikleri şekilde yönlendirme yapıyorlar. ‘Seçici hafiza’ (selective memory) ve ‘Toplayıcı/toplu hafıza’ (collective memory). Hayli uzun ve detaylı bir konu ama özetle; genel halkın bu çeşit hafızalarının oluşumuna etki eden dış etkenler var ve çok kolay manipüle edilebilir. İhtiyaç anında ise canlandırılır…
11 Eylül vakası sonrası yakın çevrenizdeki Amerikalılar’ın size alt ve dini kimliğinizden ötürü bakış açılarında bir değişim, iticilik.. örtülü veya aleni gözlemlediniz mi?
ABD’de şahsıma veya aileme yönelik bir tepki görmedim. .Belki bulunduğum bölgede bu hususta önemli. Güney eyaletlerinde durum farklı olabilir.
“Ilımlı İslam”, “Dinler arası diyalog” ve benzer gelişmelere yorumunuz ne olmuştu.. Nasıl değerlendirmiştiniz?
Diyalog faaliyetlerinin her iki uygulayıcısı açısından gizli ajandaları olduğunu düşünmekle birlikte ülkemiz acısından tehlikeli olduğunu düşünmekteyim. Ulaşılması istenen gayenin, ‘Ilımlı İslam’ adı altında İslam’da reform (protestanlık) oluşturmak olduğunu öngörüyorum. Bir diğer gaye ise diyalog sonucu misyonerlere halk tarafından önceden gösterilen tepkilerinin minimize edilmesi ve rahat bir ortamda faaliyet gösterilmesine imkân sağlanmasıdır. Binlerce yıldır idaresi altında diğer dinlerden unsurları barındıran Türk Milleti’nin hoşgörü adı altında diyaloğa ihtiyacı yoktur. Türk, tarihteki uygulaması ile bunu tatbik etmiştir. Bu vesile ile diyalog faaliyetlerinin altında başka gizli hedefler vardır.
Akademik kariyerinize sitenizden göz atınca dünya üzerinde neredeyse tüm dinlere yönelik araştırmalarınız olmuş. Bu temelde ateizm veya son zamanlarda ülkemizde yaygınlaşan deizm üzerine üzerine farklı dinlere mensup ülkelerin ateist ve deistleri üzerinden de bir tahliliniz var mı?
Türkiye`deki gelişmeleri pek takip edemiyorum. Deizm ve ateizm tartışmalarını da açıkçası bilmiyorum. Ben genel yapı itibarı ile dış aktörlere bakan birisi değilim. Bu kolaycılık olur. Eğer ülkemizde gençler arasında bu tarz eğilimler arttı ise muhafazakâr kesim ve kurumlar kendisini sorgulamalıdır. Görevlerini iyi yapmıyorlar veya yanlış yapıyorlar demektir. ‘Kimlik Müslümanlığı’ yerine ‘Öz Müslümanlığı’ önemli. Şekilden nuve’ye inmek lazım. Demek ki bazı sorunlar var.
Zaman zaman tartışılan bir konu, devletin dini olur mu?
Devletin dini olmalı. Fransız secularizim`i Turkiye`de sorunların temelini oluşturmaktadır. Türk Milleti’ne uygun bir sistem değildir. Velakin tarikat, cemaat veya siyasal İslam devlete rakip olmamalı, yerine talip olmamalıdır. Özellikle cemaat ve tarikatlar asli vazifesi olan iman hizmetlerine dönmeli, siyaset ile haşır neşir olmamalıdır. Bununla birlikte devlet yöneticileri dindar olmalı ancak bu dindarlığını siyasi bir menfaat için kullanmamalıdır. Dini argüman artık Türk siyasetinden kalkmalı, dini adresli haksızlık olduğunda o duruma mahsus dile getirilmeli. Yani haksızlık adres gösterilmeli ve o giderilmeye çalışılmalı. Aksi takdirde din ile bütünleşmiş siyasilerin yanlış icraatları din ile ilişkilendirilip bizzat dinin kendisine zarar verebilir. Din ise bir kurum veya organizasyonun tekelinde değildir.
Diyanet İşleri Başkanlığı olmalı mı?
Diyanet isleri müessesine teorik olarak karşı olmakla birlikte Türkiye şartlarında gerekli olduğunu düşünüyorum. Zira özellikle dini kesim birlikte yaşamayı henüz öğrenebilmiş değil. Ne zaman o seviyeye erişir, o zaman ABD’de olduğu gibi dini faaliyetler cemaatlere bırakılır. O zamana kadar mevcut sistem uygulanmalı ancak diyanet kadrosu eğitilmeli. Nasıl yapılır onu bilemeyeceğim zira vasıfsız çok eleman barındırılıyor.
Türkiye’de veya dünyada mezhepler üzerine araştırmanız oldu mu? Olduysa görüşleriniz nedir?
İslam tarihini akademik olarak bilmiyorum bu vesile ile İslam içerisindeki mezhep meselesine bir yorum getiremeyeceğim. Ancak kilise tarihi acısından Protestanlık ve Katolik mezhepleri arasındaki çatışmalar üzerine bilgi sahibiyim. Yüzyılllar süren; hem Katolikler ile Protestanlar arasında hem Protestanlar’ın kendi aralarında süren kanlı fikir ayrılıkları neticesinde ancak 20`inci yüzyılın ortalarından sonra birlikte yaşamayı öğrenebilmişler. Bu açıdan II.Vatikan Konsulu (1965) önemlidir.
Kitaba ve edebiyata dair ne söylemek istersiniz..
Kitap okumayı severim. Günde yaklaşık bir kitap okurum. Maalesef Türkiye`de çıkan yayınları takip edemiyorum. Kendi alanım ile alakalı akademik kitaplar okuyorum. Bu sebepten roman okuyamıyorum.
Gurbetçiliğin kişideki milliyetçi duyguları kabarttığı söylenir… Ama oradaki Türkler’e yönelik varsa gözlemlerinizden esasla uçlarda olacak ama farzı misal sosyalist bir Türk’ün bile milliyetçi duygulara yöneldiğine dair tanıklığınız, gözleminiz var mı?
Yoğun çalışma ortamımdan dolayı maalesef Türk toplumu ile fazla irtibatım yok. Şahsım adına konuşacak olursam milliyetçi görüşlerimden; ABD’deki süren yaşamım ile Türkiye`de yaşadığım dönem arasında bir değişiklik yok. Belki diğer kişiler için farklı tecrübeler olmuş olabilir. Benim milliyetçiliğim kültür milliyetçiliğidir. Siyasi bir görüş veya fikre tabiyetim yok.
Şahsa dayalı, şahsi nokta-i nazar yapan siyasi-dini görüşleri doğru bulmuyorum. Yerine fikir merkezli görüşlerinin değerli olduğu inancındayım. Zira şahıslar beşer olmaları ile hata yapabilirler, şahsı takip edenlerde liderin, önderin, şeyhin… yanlışını tevile zorlanır. Onun yerine fikir merkezli hareketler ise hem istikameti sağlama hem de baştaki kişiyi kontrol etme açısından daha sağlıklıdır. Bu kolektif düşüncenin önünü acar. Bir karizmatik lider yerine 1000 tane iyi yetişmiş insan daha önemlidir. Yetişmiş insanimiz ne kadar çok olursa ülkemizin geleceği için de o derecede emin konuşabiliriz. İçi boş, şekilde fikrini yasayan ancak derinliği olmayan gençlerimiz geleceğimiz için umut olamaz. Keyfiyeti arttırmamız daha elzemdir.
Dönecek misiniz…
Gayem ileride mutlaka Türkiye’ye dönüp yukarıda da bahsettiğim gençliğin yetişmesine katkı sağlamaktır.
İlaveten…
Düşüncelerimi ve görüşlerini saklayan ve ifade etmekten çekinen birisi değilim. Velakin özellikle siyasal kutuplara ayrılmış günümüz Türkiye’sinde okuyucu yazılanları ait olduğu kampın bakış açısı ile değerlendirir. Bu aslında ülkemiz için en önemli tehlikelerden birisidir. Kişi kendisine veyahut kendi görüşüne destek amaçlı okuma yapıyor.
Benim gibi açık bir şekilde siyasi bir görüş sahibi olmayanlar ise yaptıkları tespitlerde hiç bir kesime yaranamaz. İlaveten herkesin kendi uzmanlık alanında kalması düşüncesindeyim. Akademisyenlerin siyaseten kesin çizgilerle taraf olmasını sağlıklı bulmuyorum. Kişilerin mutlaka belirgin siyasi görüşleri olabilir. Sağlıklı tartışma ortamında bu görüşler dile getirilirse ancak faydalı olabilir, maalesef kutuplaşan ülkemizde bu sağlıklı tartışma ortamının mevcut olduğu kanısında değilim.
Günlük veyahut 10-15 senelik siyasi görüşler etrafında kafa yormak yerine gelecek nesillerin nasıl yetiştirilmesi hususunda kafa yorulmalı. Bu ise ortak paydalarda buluşarak olabilir. Siyasi kutuplaşmalar, ötekileştirmeler ancak bu elzem vazifeye sekte vuracaktır. Ortak payda ise yine yakın dönem siyasi tarihi veyahut onun ürünü olan siyasi/ideolojik hareketler ile sınırlandırılamaz.
Kültürümüzün oluşmasına katkı sağlayan ve maya olan geçmişimizdeki bütün etkenler değerlendirilmelidir. Türk - İslam tarihi bütünüyle detaylı incelendiğinde ancak bize ışık tutabilecektir. Binanın çatısında sızıntı varken yeni alınmış bir avizenin nereye asılacağının tartışılması gereksizdir. Bizim olan değerlere sahip çıkılmalı, gelecek açısından vasıflı, nitelikli bir nesil yetiştirmeye yoğunlaşılmalıdır.
Bu açıdan siyasi görüşlerimiz olmakla birlikte ancak bir oy kadar değerinin olduğu bilinci ile siyaseti siyasilere bırakıyorum. Secim zamanları kendi görüşüme yakın parti varsa oy verebilirim, yoksa vermem. Daha önemli olan bilgi vazifesine kendimi odaklıyorum.”
Server Koray Er kimdir
1972 yılında İstanbul, Nişantaşı'nda dünyaya geldi. İlköğretimini Erenköy Kazım Karabekir İlkokulu'nda, ortaöğretimini Haydarpaşa Lisesi'nde, lise öğretimini ise Özel Tercüman Lisesi'nde tamamladı.
Üniversite eğitimini Anadolu Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü'nde aldıktan sonra 2000 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşti.
Master eğitimini kilise tarihi üzerine Yale Üniversitesi Divinity School`da 2016 yılında tamamlayan yazar öğrencilik döneminde Hristiyanlık, Amerika ve Avrupa dini tarihi üzerine detaylı çalışmalar yapma imkânına sahip oldu.
S.Koray Er hali hazırda Hartford Seminary`de Luther uzerine doktorasını yapmaktadır.
Evli ve biri 9 yaşındaki erkek, diğeri altı aylık kız olmak üzere iki çocuk babası.