Tahsin  Keskin

İçimizdeki PİÇ'ler

Tahsin Keskin

Pazartesi gecesi uzunca bir yürüyüş yaptıktan sonra gece geç vakit eve geldim, duş aldım, bilgisayarın başına geçtim, ertesi günün yazısını yazdım, sonra yakın bir arkadaşımla uzunca süren bir telefon konuşması yaptım.

Konuşmanın sonuna doğru kendisine acıktığımı ve bir şeyler yemek için dışarıya çıkacağımı söyledim.

Yanındaki bayan arkadaşı ile arkadaşımı da yemeğe davet ettim.

Kendileri yemeklerini yediklerini belirterek teşekkür ettiler, hemen ardından da dolaptaki yemekleri saydılar.

Saydıkları yemekler içinde sadece etli lahana dolmasını aklıma kazındı.

Bir Karadenizli kara lahana dolmasına hayır diyebilir mi?

Elbette diyemez.

Bir de ısrar olunca daveti kabul ettim.

Arkadaşımın evi ile benim evimin arası çok uzak olmadığı için yine yaya giderek bu gece kendi yürüme rekorumu kararım diye düşündüm ve yola çıktım.

İzmit Leyla Atakan Caddesi üzerinden giderken Cedit Mahallesi Cevdet Bağdat Sokağın başındaki çöp konteynerin yanında boylu boyunca uzanan bir insan gördüm.

Üstelik hareket de etmiyordu.

İşin garip tarafı, ne cadde üzerinde yürüyenler ne de o sokaktan geçenler bu adamı hiç farketmiyor, hatta yokmuş gibi davranıyorlardı.

Resmen insanlığımdan utandım.

Hani bizim insanımız bu konularda çok duyarlıydı, hani dini hassasiyetlerimiz vardı?

Ne oldu bize böyle?

Gecenin o ayazında kaldırımın dibinde yüz üstü yatan o adamın saldırıya mı uğradığını, yaralı mı olduğunu kim bilebilir?

Hatta orda yatan belki bir arkadaşımız belki de bir yakınımız bile çıkabilir.

Hemen 112’yi arayıp yardım istedim.

10 dakika içinde hem ambulans hem de polis aracı aynı anda geldiler.

Sağlık ekipleri, yerde uzanan o adamı yerden kaldırıp konuşturmaya çalıştılar, ama nafile…

Kimliğinden adının C.İ. olduğunu öğrendiğimiz bu kişi alkol nedeniyle oracıkta sızıp kalmıştı.

Adını bile söyleyemeyen bu adam havanın buz kestiği Pazartesi gecesi, oracıkta sabaha canlı çıkar mıydı bilemiyorum.

O yüzden hayatta tesadüf diye bir şeyin olduğuna inanmıyorum.

Benim o gece o saatte evimden çıkıp, arkaşıma gitmem asla rastlantı değildi.

Neyse!

Sarhoş adamı ambulansla Kocaeli Devlet Hastanesi’ne gönderdikten sonra asıl sınavımın beni arkadaşımın evinde beklediğini bilemezdim elbette.

Biraz bir gecikmeden sonra arkadaşımın evine gittm, hoşbeşten sonra mutfakta beni bekleyen etli kara lahana dolmasından tam iki tabak yedim.

Gerçekten enfesti.

Bu etli kara lahana dolmasını yapan arkadaşımın annesini Gebze’nin köyünde ziyeret etmeye söz verdim.

……

Sonra salona geçtik.

Ben çay içiyorum, arkadaşlarım benden önce başladıkları içeceklerini içmeye devam ederken bir anda içeride siyaset konuşulmaya başlandı.

Ben fazla söze girmemeye çalışıyorum ama misafir olan bayanın Filistin ve müslümanlarla ilgili sözlerini duydukça sabrımın taştığını hissediyorum artık.

Ona sadece nerelisin, diye sordum.

Memleketini söyleyip, kendisinin de Türk olduğunu ama bu konularda çok başka düşündüğünü söyledi.

O anda aklıma ne geldi biliyor musunuz?

Ömer Seyfettin’in Piç hikayesini bilir misiniz?

“Almanların yenilmesiyle savaş bitmiş, Mütareke imzalanmıştı, Filistin’den çekiliyorduk, birkaç arkadaş subayla karşı tarafın subaylarıyla çekilme işlerini görüşmek için yanlarına gittik. Karşı tarafta Fransız üniformalı bir subay bana sık sık bakıyor, gözünü benden ayırmıyordu, ben buna bir mana veremiyordum. Fransız subay yerinden kalkarak bana doğru geldi ve: “ Nasılsın Ömer Seyfettin?” dedi. “ Beni nereden tanıyorsun? ben bir yüzbaşıyım, öyle tanınacak kadar üst düzey bir komutan değilim.” dedim.     

Fransız subay: “Ömer ben seninle İstanbul’da askeri Lisede beraber okudum, ben falancayım.” deyince hayretler içinde baktım hatırladım. Hep dini, Kur’an-ı Kerim’i eleştiren, Osmanlıyı devamlı kötüleyen vatan, bayrak sevgisi olmayan bir öğrenci idi ama yine de Fransız subayı olması normal değildi. “ Peki nasıl böyle oldun?” dedim. Dedi ki;  ” Ne zaman bin savaş olsa Türkler galip gelse içimde üzüntü oluyordu, Türkler kaybetse, zarar görse içimde bir sevinç oluyordu, çoğu zaman kendimi ayıplıyor, neden böyleyim diyordum. Bir gün anneme ısrarla sebebini sordum. Annem :” Dayanamayacağım, anlatayım.” dedi.  “ İstanbul hastanesinde görevli bir Fransız doktor vardı, hastaneye gidip gelirken onunla birlikte oldum ve sen o Fransız doktorun oğlusun, babanın bundan haberi yok, şimdi sen öğrendin.” dedi. 

Zaten babam zannettiğim çoktan ölmüştü, o hastaneye gittim: “ Şu tarihte burada çalışmış şu isimli Fransız doktorun adresi var mı” diye sordum, gerçek babamın adresini verdiler. Fransa’ya gittim ve babamı buldum, olanları ve annemin sözlerini söyledim.” Fransız doktor olan gerçek babam: “ her şeyi unutmadım, anneni gerçekten sevmiştim.” dedi ve beni evlat olarak kabul ederek nüfusuna yazdırdı. Fransız okullarında eğitimimi tamamladım ve gördüğün gibi bir Fransız subayı olarak karşındayım, Ömer Seyfettin” dedi.     

Şimdi ben, milletini, bayrağını, dinini eleştirenleri gördükçe acaba onlar da böyle piç mi diye düşünüyorum''

İşte benim de aklıma Ömer Seyfettin'in bu hikayesi geldi.

Neyzen Tevfik diyor ki: “Geldikleri gibi gitmediler, kimi itini bıraktı, kimi bitini bıraktı, kimi de piçini bıraktı.”  

Kim ki Türk Milletine, vatanına, bayrağına, dinine ve devletine düşman ise onun soyu bozuktur.

Bunu asla unutmayın.

ATASÖZLERİ:

Katranı kaynat olur mu şeker, cinsi bozuktur cinsine çeker.  

Ağacın köküne, insanların soyuna ve sopuna bakmak gerekir.

Yorumlar 1
Neco 22 Kasım 2023 19:40

Adamsın kardeş

Yazarın Diğer Yazıları